• Home
  • Posts RSS
  • Comments RSS
  • Edit
Blue Orange Green Pink Purple

featured-content

SEVR'den Büyük Ortadoğu Projesine

Banu Avar'ı birçoğumuz TRT de yaptığı programdan mutlaka tanıyoruz. Buradaki videolar TRT de yaptığı son programındır.

1. Bölüm


2. Bölüm


3. Bölüm


4. Bölüm
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

George Soros, Soros Vakfı ve Türkiye'deki maarifetleri

George Soros: Emperyal büyücü, çifte ajan


Konu bir narsist kişilik bozukluğu değildir; konu George Soros'un ABD hegemonyasını dünyada uygulayış biçimidir. Soros vakıfları ve finans mekanizmaları Doğu Avrupa ve SSCB'de sosyalizmin çöküşünün kısmi sorumlusudur ve o şimdi gözlerini Çin'e çevirdi. Öte yandan Yugoslavya'yı parçalayan saldırının bir parçasıdır. Kendini bir insansever olarak nitelerken Dolar milyarderi George Soros'un görevi globalizm ve Yeni Dünya Düzeni'nin ideolojik idam ipini sıkmak ve bu sırada da kar etmektir. Soros'un ticari ve "insani" örgütleri gizli, karşıt ve işbirlikçidir. Ve onun ekonomik faaliyetleri sözkonusu olduğunda, kendi tabiriyle vicdanı yoktur, tam ahlakdışı bir düzlemde çalışan bir kapitalisttir.

Yeni bir rüşvet sisteminin mimarı olarak kendini devlet adamlarına takdim etmekte ve onlardan iyi cevaplar almaktadır. Henry Kissinger'a, Vaclav Havel'e, Polonyalı General Wojciech Jaruzelski'ye yakındır. Dalay Lama'yı desteklemektedir; onun ve diğer dostu eski Sovyet lider Mikhail Gorbaçev'in enstitülerinin de merkezi San Francisco'dadır. Soros "Council of Foreign ,Relations"un (CFR - Dışilişkiler Konseyi), World Economic Forum'un (Dünya Ekonomik Forumu) ve Human Rights Watch'ın (Helsinki İnsan Hakları Gözlem Örgütü) ilerigelen üyesidir. 1994'te kendi felsefi "şeyhi" Sir Karl Popper'la görüştükten sonra Soros şirketlerine Orta ve Doğu Avrupa iletişim sektörüne yatırım emrini verdi.

Çek Cumhuriyeti'nin Federal Radyo - Televizyon Kurumu teklifini kabul ederek Radio Free Europe (Hür Avrupa Radyosu) arşivlerini devir ve onlara destek kararı aldı. Soros, arşivleri Prag'a getirtti ve bakımı için 15 milyon Dolardan çok harcadı. Şimdi bir Soros Vakfı, ABD hükümeti ve RFE/RL ile birlikte, CIA'ce oluşturulan Radio Free Europe - Radio Liberty'yi işletmektedir. Faaliyet alanı Kafkaslar ve orta Asya'ya kaymıştır. Soros Open Society Institute'un (Açık Toplum Enstitüsü) kurucu ve destekçisidir. Onun kurduğu International Crisis Group (ICG), diğer şeylerin yanısıra Yugoslavya'nın yıkımından beri Balkanlarda da faaldir. Soros açıkça U.S. Institute of Peace (ABD Barış enstitüsü) ile birlikte çalışmaktadır; bu kuruluş CIA'in açıkta çalışan bir kanadıdır.

Anti-globalizm taraftarları Şubat 2002'de New York'ta Waldorf Astoria otelinin önünde soğuktan donarken, George Soros içeride Dünya ekonomik Forumu'na hitap ediyordu. Polis göstericileri Park Avenue'daki kafeslere tıkarken, Soros "Açık Toplum"un meziyetlerini göklere çıkartıyordu; Zbigniew Brzezinski, Samuel Huntington, Francis Fukuyama ve diğerleri de ona eşlik ediyordu.

Kim Bu Adam?
George Soros 1930'da Macaristan'da doğdu. Ailesi aslen Yahudi olsa da köklerinden o kadar uzaklaşmışlardı ki, rahatça Nazi Almanyası'na tatile gidebiliyorlardı. Soros Nazi hükmü altında yaşadı, Komünistlerin zaferi ile 1947'de İngiltere'ye geçti. Burada Soros, London School of Economics'te Filozof Karl Popper'ın öğrencisi oldu. Popper aşırı bir antikomünist ideologdu ve onun öğretileri Soros'un siyasi eğilimlerinin temelini oluşturdu. Soros'un yazdığı hiçbir kitap ya da makale, yaptığı hiçbir konuşma yoktur ki, Popper'dan bir etki yansıtmasın.

1965'te Sir olan Popper "Açık Toplum" sloganını icat etti; bu Soros'un Açık Toplum Vakfı ve Enstitüsü'nde yankısını buldu (Open Society Foundation and ınstitute). Popper'ın takipçileri onun sözlerini gerçek imanlılar gibi tekrarladılar. Popperci felsefe Batılı bireyciliğin şiarı oldu. Soros İngiltere'yi 1956'da terketti ve Wall Street'te iş buldu; burada 1960'ta bir menkul değerler şirketi ("hedge fund") kurdu.

"..menkul değer şirketleri çok zengin insanlara hizmet eder... Genellikle gizli fonlar, genellikle de offshore işlerde kullanılır... astronomik karlar getirir. "Bahis" parasının çapı genellikle sonucu garantiler: 'bir hissenin büyük menkul şirketlerince satın alındığı dedikodusu diğer yatırımcıları da buna sevkeder,' sonuçta alınan hisseler değer kazanır."

Soros 1969'da Quantum Fund'ı organize etti ve dövizlerle oynamaya başladı. 1970'lerde finans faaliyetleri gelişmişti:

"alternatif kısa ve uzun vadeler... Soros, hem gayrimenkul fiyatlarının yükselişinden, hem de düşüşünden kazanıyordu! . 20 yıllık yönetimi boyunca Quantum yılda şaşırtıcı bir %34.5 gelir sağladı. Soros en çok döviz spekülasyonu ile bilinir (ve ondan korkulur)... 1997'de bir devlet başkanı, Malezyalı Mahathir Muhammed tarafından "haydut" olarak tanımlanma şerefine erişti; bu ülkenin parasına spekülatif bir saldırı yapmıştı."

Bu tür gizli finans operasyonlarıyla Soros bir Dolar mültimilyarderi oldu. Şirketlerinin Arjantin, Brezilya ve Meksika'da arazileri, Venezuela'da bankaları var; dünyanın en karlı döviz ve kambiyo işlerini yapıyorlar ve genelde kabul edilen o ki, yüksek makamlardaki dostları onun finans işlerinde yardımcı oluyorlar, hem siyasi hem de maddi kazanç için.

George Soros 1997'de Tayland ekonomisini çökertmekle suçlandı. Bir Taylandlı göstericinin ifadesiyle "Biz George Soros'u bir tür Drakula olarak görüyoruz. O insanların kanını emiyor." Çinliler ona "timsah" diyor, çünkü onun Çin'deki faaliyetleri o kadar doymak bilmezce ve Tayland ile Malezya ekonomilerini silip süpürdü.

Soros bir keresinde İngiliz Sterlini üzerine spekülasyonla bir günde 1 milyar Dolar kazandı (spekülasyon sözünü pek sevmez!). "Sterlin üzerine spekülasyonla İngiliz vergi mükelleflerinin cebini boşaltmakla" suçlandığında şöyle dedi: "Finans piyasalarında spekülasyon yaptığınızda normal bir ticareti bağlayan ahlaki sınırlardan özgürsünüz... Finans piyasalarında benim ahlaki kaygılarım yoktur."

Soros'un sınırsız kişisel servet elde etmek ve başkalarınca hakkında iyi düşünülmek şeklinde şizofrenik istekleri vardır:

"Döviz alım-satımcıları tezgahlarında oturur; üçüncü dünya ülkelerinin dövizlerini çok miktarda alır - satar. Para değeri dalgalanmalarının bu ülkelerde yaşayan insanlara etkisi onların akıllarına gelen bir konu değildir. Gelmemelidir de; yapacak işleri vardır. Eğer durup düşünmeye başlarsak kendimize şunu sormalıyız: Acaba döviz tacirleri ... milyonların hayatını mı yönetiyorlar?"

Soros, George W. Bush'u da petrol şirketi batmak üzereyken kurtardı. Soros Harken Energy Corp.'un sahibiydi ve Bush'un şirketinin batmadan önce hızla gerileyen hisselerini aldı. Geleceğin ABD Başkanı bu işten 1 milyon Dolar nakit ile çıktı. Soros, gerçi "siyasi güç" satın almadığını söyledi. Yine Soros meşum Carlyle Group'un da bir ortağıdır. 1987'de kurulan bu "dünyanın en büyük özel hukuk firması" 12 milyar Dolarlık bir ciroyu yönetir; "idare eski Cumhuriyetçi liderlerden birinin kayyumluğunda yürütülür", bu kimi zaman eski CIA'ci Frank Carlucci, kimi zaman eski CIA başkanı (Baba) George Bush'tur. Carlyle Group karlarının önemli kısmını da silah ticaretinden kazanır.

"İnsansever" Hortlak
1980'de Soros milyonlarca Doları Doğu Avrupa'da sosyalizme karşı harcamaya başladı. Kendisiyle işbirliği yapan kişilere paralar aktardı. İlk başarısı Macaristan'daydı. Macar eğitim ve kültür kurumlarını aldı, bunlarla ülkedeki sosyalist kurumları devre dışı bıraktı. Böylece doğrudan Macar hükümetine bir kanal açtı. Sonra Soros Polonya'ya geçti, CIA güdümündeki Dayanışma'yı finanse etti. Ve aynı yıl Çin'de faaliyete başladı. Sonra SSCB geldi.

Bütün bu ülkelerde CIA faaliyetlerinin de olması tesadüf değildir. CIA'in de amacı Açık Toplum Vakfı ile aynıdır: Sosyalizmi yıkmak. Güney Afrika'da CIA antikomünist muhalifler aradı. Macaristan'da, Polonya'da ve SSCB'de CIA, "National Endowment for Democracy"nin (Milli Demokrasi Derneği), AFL-CIO'nun (Amerikan Federal İşçi Sendikaları), USAID'in ve diğer kurumların açık desteğiyle antikomünistleri organize etti ve destekledi; bunlar Soros'un Açık Toplum Vakfı'nca da gönüllü listesine yazılmışlardı. CIA bu kişilere "birikim" (assets) derdi. Soros'un dediği gibi, "her ülkede bir grup insan farkettim - kimi lider kişiler, diğerleri o kadar bilinmeyenler; bunlar benim görüşlerimi paylaşıyorlardı.."

Soros'un Açık Toplum Vakfı antikomünist Çekler, Sırplar, Rumenler, Macarlar, Hırvatlar, Boşnaklar ve Kosovalılarla konferanslar düzenledi. Onun giderek artan etkisi ABD haberalma sisteminin bir parçası olduğu kuşkularına neden oldu. 1989'da Washington Post gazetesi, ilk kez 1987'de Çin hükümetinin yaptığı, Soros Vakfı'nın Çin'de reform ve dışa açılma ile ilgili faaliyetlerinin CIA bağlantılı olduğu, iddialarına yer verdi.

Hedef Moskova
1990'dan sonra Soros yardımları Rus eğitim sistemini hedef aldı; tüm ülkeye ders kitapları dağıtıldı. Aslında Soros "Açık Toplum" propagandasıyla tüm genç Rus kuşağının beyninin yıkanmasını sağladı. Soros vakıfları Rus finans sisteminin, özelleştirme planlarının ve bu ülkede yabancı yatırımların kontrolünü almak için stratejiler yürütmekle suçlandı. Ruslar Soros'un yargı girişimlerine sert cevap verdi. Soros'un ve diğer Amerikan vakıflarının karşıtları bu manevraların amacının "Rusya'yı, dünyanın tek süpergücüyle başedebilecek bir devlet olmaktan çıkarmak" olduğunu söylediler. Ruslar Soros ve CIA'in bağlantılarından şüphelenmeye başladılar. Para babası Boris Berezovsky "birkaç yıl önce Soros'un bir CIA ajanı olduğunu duyduğumda düşüp bayılacaktım," dedi. Berezovsky'ye göre Soros ve Batı "Rus sermayesinin güçlenmesinden korkuyordu".

Eğer ABD ekonomi ve siyaset eliti Rusya'dan bir ekonomik rekabetten korkuyorsa, onu kontrol etmek için, Rus medyasını, eğitimini, araştırma merkezlerini ve bilimini hakimiyet altına almaktan daha iyi ne yol vardır? 250 milyon Doları "yüksek okul ve üniversite düzeyinde sosyal ve iktisadi bilimler eğitiminin transformasyonu" için harcadıktan sonra Soros 100 milyon Dolar ile International Science Foundation'u (Uluslar arası Bilim Vakfı) kurdu. Rus Federal Karşı İstihbarat Servisi (FSK) Soros'un Rusya'daki vakıflarını "casusluk yapmakla" suçladı. Onlara göre Soros tekbaşına çalışmıyordu; Ford ve Heritage vakıflarından gelen paralar, Harvard, Duke ve Columbia üniversitelerinden destek ve Pentagon ile ABD haberalma servislerinden bağlantılardan oluşan bir sistemin parçasıydı. FSK Soros'un 50.000 Rus bilimadamına para verdiğini bildirdi; böylece Soros binlerce Rus bilimsel buluşu ve teknolojisi ile devlet ve ticari sırları üzerinde kontrol sağlayarak çıkarlarını genişletiyordu.

1995'te Ruslar ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Fred Cuny'nin Çeçen krizine karışması nedeniyle öfkeye kapıldılar. Cuny'nin görünüşte görevi felaket yardımı idi ama onun ABD çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası çatışma bölgelerindeki, ve yanısıra FBI ve CIA'deki geçmişi Amerikan devletine bağlantılarını ortaya koyuyordu. Kaybolmadan önce Cuny Soros Vakfı için çalışıyordu. Çeçenistan'daki şiddet dalgasının genelde Washington'un sıcak baktığı, ve belki de güdümündeki bir politik destabilizasyon kampanyasının sonucu olduğu pek bilinmez. Yazar Tom Clancy için bu değerlendirmeler yeterli olacak ki, bunları birer gerçek olarak "The Sum of All Fears" (Tüm Korkuların Toplamı) adlı çok satan kitabında sundu. Ruslar Cuny'yi bir CIA görevlisi olmak ve bir Çeçen başkaldırısını desteklemekle suçladı. Soros'un Açık Toplum Vakfı ve diğer Soros kuruluşları hala Çeçenistan'da faaldir.

Rusya, Soros'un cebini şişirecek en azından bir operasyona sahne olmuş; olaya Clinton yönetiminden diplomatik görevliler karışmıştır. 1999'da Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 500 milyon Dolarlık bir ABD Exim Bank kredisinin Rus şirketi Tyumen Oil'a verilmesini engelledi; gerekçe bunun ABD milli çıkarlarına aykırı oluşuydu. Tyumen Amerikan malı petrol ekipmanı ve hizmetlerini Dick Cheney'in Halliburton Şirketi'nden ve, Bloomfield New Jersey'deki ABB Lummus Global'dan almak istiyordu. George Soros ise Tyumen'in almak istediği bir şirketin ortağı idi. Soros ve BP Amoco bu işlemi durdurmak için lobi yaptı ve Albright araya girmek zorunda kaldı.

Sol Antisosyalizmi Beslemek
Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nün her delikte bir parmağı vardır. Onun direktörler kurulu, adeta "Soğuk Savaşta ve Yeni Dünya Düzeninde Kim Kimdir" kitabı gibidir. Paul Goble, İletişim Direktörü ve eski Radio Free Europe'un şef politik yorumcusudur. Herbert Okun, Nixon yönetiminin dışişlerinde hizmet etmiş ve Henry Kissinger'a haberalma danışmanlığı yapmıştır. Kati Marton, eski Clinton yönetimi dönemi Yugoslavya'daki BM temsilcisi Richard Holbrooke'un eşidir. Marton, Soros'un desteklediği B-92 Radyosu için lobicilik yapmıştır; bu radyo National endowment for Democracy'nin de bir projesidir (başka bir CIA yan kuruluşu); Yugoslav hükümetini devirmekte etkili olmuştur.

Helsinki Watch
Soros, Açık Toplum Vakfı'nı kurduğunda liberal ermiş Aryeh Neier'ı yönetime geçirdi. Neier, Helsinki Watch'ın da başkanıydı; burası antikomünist eğilimli bir insan hakları örgütüdür. 1993'te Açık Toplum Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü oldu.
Helsinki Watch, 1975'te Human Rights Watch (İnsan Hakları Gözlem Örgütü) olmuştu. Soros şu sıra onun Amerikalar, Doğu Avrupa ve orta Asya danışman heyetlerindedir; ve onun Açık Toplum Enstitüsü sponsorlar listesinde yeralır. Soros Helsinki Watch ile daimi ilişkiler içindedir; ve Neier düzenli olarak "The Nation" dergisine yazılar yazar; ama Soros'tan bordrolu olduğu bilinmez.

Soros Helsinki Watch ile ilişkisini saklamak için elinden geleni yapar. Sadece programları finanse ederek planladığını ve yürüttüğünü söyler; ama onlar yürütücüsünün felsefesinden uzakta değillerdir. Helsinki Watch ve Açık Toplum birbirine yakındır. Görüşlerinde pek fark yoktur. Tabii ki, başka kurumlar da bu kurumu finanse etmektedir; ama Soros ideolojisi burada hakimdir.

George Soros'un faaliyetleri 1983'te National; Endowment for Democracy'nin kurucusu Allen Weinstein tarafından kurulan bir yapının çerçevesi içine düşer. Weinstein, "bugün bizim açıkça yaptıklarımız 25 yıl önce CIA'ce gizlice yapılıyordu," der. Soros, tam da bu istihbarat yapısı içinde çalışmaktadır. CIA'in 1960'ta Laos'ta faal uyuşturucu kaçakçılarından, ya da Afganistan'daki "Mücahitlerin" esrar ticaretinden kar ederken CIA görevlerini yerine getirmesinden biraz farkı vardır. O, diğer piyonlardan çok daha fazla parayı yönlendirmekte (ve kazanmakta) ve işinin çoğunu da günışığında yapmaktadır. İçtenlikle söylediğine bakılırsa görevi hasar giderimi yaparak ABD dışpolitikasına meşruiyet kazandırmaktır. Bugün Amerikan merkez solunda kendini değerlendiren birçok kişi toplumun sosyalist bir dönüşümünden ümitsizdir. Böylece Soros'un "desantralizasyon modeli" ya da "adım adım" bir "negatif ütiliteryanizme (kullanışçılık) yaklaşarak, sefaleti azaltma" anlayışı, ki bu Popper felsefesiydi, onlara çekici geliyor. Soros bir Açık Toplum araştırması düzenlettirerek Kaliforniya ve Arizona'daki uyuşturucu yasalarının gevşetilmesini destekledi. Soros uyuşturucunun tam serbest olması taraftarıdır; yani bu sayede artık sefaletinizin farkında olmazsınız. Soros fırsat eşitliği ile aldatır. Sosyal seviyesi yüksek Sosyal demokratlar Soros'un desteğini kabul eder ve kapitalizm içindeki sivil haklara inanır. Bu gibiler için Soros'un ticari faaliyetlerinin korkunç sonuçlarını (dünyanın heryerinde insanların fakirleşmesi) onun insani faaliyetleri affettirir. Benzer şekilde, ABD içinden - dışından liberal-sol aydınlar "Açık Toplum" fikrinin cazibesine kapılırlar, tabii parasal desteğin de.

ABD'deki Yeni Sol bir sosyal demokrat harekettir. Kesinlikle anti-Sovyettir ve Doğu Avrupa ve SSCB çöktüğünde onların çok azı sosyalist sistemlerin yıkımına karşı çıktı. Yeni Sol Doğu Avrupa ve Orta Asya'da milyonların işlerini, evlerini, eğitim haklarını, sağlık hizmetlerini ve kültürel gelişim imkanlarını kaybetmelerine ne üzüldü ne de bunu protesto etti. Çoğu, CIA ya da National Endowment of Democracy veya the Open Society Fund gibi kimi "NGO"ların sosyalizmin yıkımındaki aktif rollerini küçümsedi. Bu insanlar zannettiler ki, Batı'nın 1917'den beri SSCB'yi yıkmaktaki kararlılığının Sovyetlerin çöküşüyle ilgisi yoktur. . Onlara göre sosyalizm kendi inanırlığını yitirmişti, çünkü yanlıştı.

İhtilallere gelince, Mozambik, Angola, Nikaragua ya da El Salvador'dakiler işbirlikçi güçlerce yıkıldı ya da göstermelik "seçimlerle" durduruldu; Yeni Sol pragmatikleri ise omuz silktiler ve arkalarını döndüler. Yeni Sol'un, bazan Amerikan dışpolitikasının Sovyetler sonrası dünyadaki mekanizmalarını kasten görmezden geldiği görünüyor

Hırvatistan'da siyasi faaliyetleri olan Bogdan Denitch, Açık Toplum Enstitüsü'nde faal bir kişi idi ve fonlar aldı. Denitch, Hırvatistan'dan Sırpların etnik temizliğini, NATO'nun Bosna ve Yugoslavya'yı bombalamasını, hatta Yugoslavya'nın karadan işgalini savundu. Denitch, Amerikan Demokratik Sosyalistlerinin kurucusu ve uzun süre başkanıydı. Bu önemli bir liberal sol Amerikan grubuydu. O uzun süre prestijli Sosyalist Bilimadamları (Socialist Scholars) Konferansı'nın da başkanlığını yaptı. Bu kanalla birçok kişinin NATO'nun genişlemesine olumlu bakmasını sağladı. Soros'un yardım yönelttiği diğer yerler "Refuse and Resist the ACLU" (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliğine Direniş ve Red) Örgütü, ve bir kısım diğer liberal kurumlardır. Soros listesine "New School for Social Research", New York (Yeni Sosyal Araştırmalar Okulu) gibi yeni renkler de ekledi; burası uzun süredir sol aydınların tercihi bir akademiydi. Şimdi Burada Orta ve Doğu Avrupa programlarını destekliyor.

Nikaragua'daki devrimden etkilenen birçok solcu üzüntüyle 1990'da Violetta Chamorro'nun Sandinistaları seçim yenilgisine uğratmasını kabul etti. Birçok Nikaragua'ya yardım kuruluşu bundan sonra dağıldı. Belki Yeni Sol, Michael Kozak'ın yükselen yıldızından birşeyler öğrenebilirdi. O Nikaragua, Panama ve Haiti'de başa sempatik liderler geçirmek, ve Küba'yı baltalamak hedefli ve Washington üslü bir kampanyanın kıdemlilerindendi. Burada Havana'daki ABD çıkarları ile ilgili bir büronun müdürlüğünü yürüttü.

Nikaragua Chamorro'nun zaferini organize ettikten sonra, Kozak Beyaz Rusya'ya geçti ve ABD büyükelçisi oldu. Kozak, Soros'ça desteklenen "Internet Access and Training Program"da (IATP - İnternet erişimi ve eğitim programı) çalıştı. Bu program Beyaz Rusya'da geleceğin liderlerini yaratmakla meşguldü. Aynı program eşzamanlı şekilde Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan'da uygulandı. IATP, ABD Dışişleri'nin açık desteğiyle yürütüldü. Çok şükür ki Beyaz Rusya, Kozak ve Soros Açık Toplum Vakfı/ABD Dışişleri güruhunu ülkeden kovdu. Aleksandr Lukaşenko hükümeti keşfetti ki, Minsk'e gelmeden 4 yıl önce Kozak, on milyonlarca Doların Beyaz Rus muhalefetine akıtılmasını sağlamıştı. Kozak bir birleşik muhalefet cephesi kuruyor, web sitelerine, gazetelere ve piar şirketlerine para veriyor ve Yugoslav Otpor'una benzer öğrenci direniş hareketini eğitiyordu. Kozak, Otpor liderlerine Beyaz Rus muhalifleri eğitme görevi verdi. 11 Eylül 2001'den kısa süre önce ABD, Başkan Aleksandr Lukaşenko'ya karşı bir karalama kampanyası başlatıyordu. Lukaşenko'yu karalama şu sıra "terörizme karşı savaşla" birlikte yürütülüyor.

OSI (Açık Toplum V.) ve HRW (Helsinki W.) kanalıyla Soros, Belgrad'daki B-92 Radyosu'nun ana sponsorlarından oldu. Soros Otpor'a da para verdi; bu örgüt 5 Ekim 2000 darbesinde "para valizleri" aldı ve Yugoslav hükümeti devrildi. İnsan Hakları Gözlem örgütü (Helsinki) bunun akabinde Slobodan Miloşeviç'in kaçırılmasını ve Lahey'deki mahkemesini, onun hakları üzerine hiçbirşey söylemeyerek meşrulaştırdı. Bu illegal mahkemenin başkanı Louise Arbour şu sıra Soros'un Uluslar arası Kriz Grubu yönetim kurulundadır. Açık Toplum/Helsinki çetesi şimdi Makedonya'da çalışmakta ve buna "uygarlaştırma misyonunun" bir parçası demektedir. Bu cumhuriyetin de Yugoslavya'nın parçalanmasını tamamlamak için "kurtarılmasını" bekleyin.
Gücün Vekilleri
Soros, aslında kendi insani felsefesinin ahlaka uygun, bunun için para kazanma işinin ahlak dışı olduğunu söylemektedir. Ancak Soros'ça desteklenen NGO'larda çalışanların önünde açık ve tutarlı bir gündem vardır. Soros'un en etkili kurumlarından International Crisis Group (1986'da kuruldu) siyaset ve iş aleminin merkezinden kimi isimlerce yönetilmektedir. Yönetim kurulunda Zbigniew Brzezinski, Morton Abramowitz, eski ABD dışişleri bakan yardımcısı ve eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Wesley Clark, eski ABD Milli Güvenlik danışmanı Richard Allen vardır. Allen'ın Nixon'un Milli Güvenlik Kurulu'ndan "Henry Kissinger'ı fazla liberal bulduğu için" istifa ettiğini, Oliver North'u(1) Reagan'ın Milli Güvenlik Kurulu'na önerdiğini ve İran Contra skandalında İran'a rehineler karşılığı füze pazarlığında rol aldığını not düşelim Bu kişiler için "sınırlı çatışma" ABD'nin dünya insan ve kaynakları üzerindeki kontrolünün diğer adıdır.

1980 ve 90'larda, Reagan Doktrini zamanında, ABD'nin Afrika, Latin Amerika, Karayipler ve Asya'daki gizli-açık operasyonları hazırlanıyordu. Soros bunların birçoğunda faaldi; "müstakbel devrimcilerin" satın alınmasından politikacıların, aydınların ve devrimci dalga geçtikten sonra iktidarda kalan kim varsa "sübvansiyonuna" kadar uğraşıyordu. James Petras diyor ki:

"1980'lerin başında neoliberal yönetici elitin akıllı kesimi, politikalarının toplumu kutuplaştırdığını ve geniş çaplı sosyal rahatsızlık doğurduğunu farkettikten sonra, neoliberal politikacılar "aşağıdan" bir paralel strateji başlatıp desteklediler; bu anlamda "kendiliğinden" ve "anti devletçi" ideoloji sahibi kuruluşlara yardım ederek, potansiyel çatışma tehlikesi taşıyan kesimlere sızdılar ve bir "sosyal tampon" oluşturdular. Bu örgütler parasal olarak neoliberal kaynaklara bağlı olup doğrudan yerel liderlerin etrafındaki sosyopolitik hareketler ve eylem komiteleriyle rekabete sokuldular. 1990'larda bu örgütler (NGO, "hükümet dışı" diye adlandırıldılar) binlerceyi bulmuştu ve tüm dünyada toplam 4 milyar Doları bulan yardım alıyorlardı."

"Underwriting Democracy" adlı kitabında Soros "Doğu Avrupa'nın Amerikanlaşması" ile övünür. Ona göre, onun eğitim programları ile artık bir Sorosçu genç liderler kadrosu yoldadır. Bu Soros Vakfı eğitimli genç insanlar "nüfuz ajanları" olarak işlev görecektir. Onların Akıcı dil yetenekleri, ve hedef ülkelerde bürokratik merdivenleri tırmanmaya başlamaları sayesinde bu gönüllü askerler felsefi açıdan Batılı çokuluslu şirketlerin giriş yollarını temizleyeceklerdir.

Meslekten diplomat Herbert Okun (şimdi Helsinki Watch'ın Avrupa Komitesi'ndedir) George Soros'la birlikte bir seri ABD Dışişleri bağlantılı kurumla ilişki içindedir; bunlar arasında USAID'den Rockefeller Vakfı'nca desteklenen Trilateral Komisyon'a kadar kurumlar vardır. 1990'dan 97'ye dek Okun, "Finans Hizmetleri Gönüllüler Teşkilatı" (Finance Services Volunteer Corps) denen birşeyin başkanıydı; bu kurum USAID'in alt kuruluşudur; amacı "eski komünist ülkelerde serbest Pazar finans sistemlerinin yerleşimine yardımdır". George Soros, dünya ekonomisini devralmaya çalışan diğer kapitalistlerle tam uyum içindedir.

Kâr Amacı Gütmeden Kâr
Soros, döviz spekülatörü olarak çalıştığı ülkelerde insani amaçlar gütmediğini söylemektedir. Ama Soros sık sık bu türden bağlantılarından da yatırım amaçlı yararlanmaktadır. ICC'nin bir araştırması, ve, Kosova Geçici BM Yönetimi şefi Bernard Kouchner'in yardımı sayesinde, Soros Balkanlardaki en kârlı maden ocağını almak istedi.

Eylül 2000'de, Yugoslav seçimlerinden önce Trepca madenlerini bir an önce almak için, Kouchner bu madenden yayılan kurşunun çevre standartlarını aştığını açıkladı. Aynı kişinin, NATO Yugoslavya'yı seyrelmiş Uranyumlu mermilerle bombalar ve 100,000 ton (kg olmalı, ç.n.) kanser yapıcı madde havaya, suya, toprağa karışırken bunu alkışladığını bilmek hayret vericidir. Ama Kouchner kendi işine bakıyordu ve madenler "sağlık nedeniyle" kapatıldı. Soros 150 milyon Dolar vererek Trepca'nın altın, gümüş, kurşun, çinko ve kadmiyum madenlerini almak istedi; tesisin değeri 5 milyar Dolardı.

Bulgaristan "serbest Pazar" kaosu içinde çökerken Soros sinekten yağ çıkarmaya bakıyordu; Reuters 2001 başlarında şu haberi verdi:

"Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası" (EBRD - European Bank of Reconstruction and Development) (Bulgar ileri teknoloji şirketi) Bila'ya 3 milyon Dolar kredi verdi. Bu şirket, orta ve Doğu Avrupa'daki teknoloji şirketleri için hazırlanmış 300 milyon Dolarlık bir kredi diliminden ilk yararlanan kurum olacak... Bir 3 milyon Dolar da Amerikan Argus Capital Partners'tan geliyor; kredi sponsoru Prudential Insurance Company of America ve çalışma alanı Orta - Doğu Avrupa ... Soros, Rila'ya yaptığı önce 3 milyon Dolarlık ve sonra 1 milyon Dolarlık yatırımla yine en büyük hissedar olarak kaldı."

Konulara Hakimiyet
Soros'un insansever görüntüsü ona, kimlerin kurban kimlerin suçlu olduğu tartışmaları patladığında uluslar arası kamuoyunu yönlendirme gücü veriyor. Diğer NGO'lar gibi, Soros'un borazanı Helsinki Watch da birçok bağımsız ve organize emekçi sınıf hareketini görmezden geliyor.

Kolombiya'da işçi liderleri rutin olarak ABD güdümlü hükümetle işbirliği içindeki paramiliterlerce katledilmektedir. Bu kişilerin geldiği sendikalar neoliberal ekonomiye karşı olduklarından Helsinki Watch bu konuda fazla ses çıkarmaz. Bu yılın Nisanı'nda Helsinki Watch'tan Jose Vivanco ABD Senatosu'nda "Plan Kolombiya" lehine ifade verdi:

"Kolombiyalılar insan hakları ve demokrasiye bağlıdırlar ve yardıma muhtaçlar. Helsinki Watch'ın ABD ile temel bir sorunu yoktur." Helsinki Watch, devlet terörü, fakirlik ve istismara karşı savaşan Kolombiyalı gerillaları ABD destekli silahlı güçler ve paramiliter idam mangalarıyla aynı kefeye koymaktadır. Helsinki Watch, görevi mülkiyet hakları ve ekonomik statükoyu korumak olan Pastrana hükümeti ve onun ordusunu haklı görmektedir. Helsinki Watch'a göre (bile ç.) sivil ölümlerinin %50'si hükümetin göz yumduğu idam mangalarının işidir. Gerçek rakam %80'dir.

Helsinki Watch aynı şekilde 2002'de Uribe hükümetinin seçimini de onayladı. Uribe ABD'nin Latin Amerika'da desteklediği diktatörler kuşağından kalmadır; gerçi "seçilmiştir", ama Helsinki Watch çoğunluğun seçimi boykot ettiğinden sözetmez.

Karayiplerdeki Küba başka bir neoliberalizm karşıtı olup Helsinki Watch tarafından karalanmıştır. Yanıbaşındaki Haiti'de Soros destekli faaliyetler Duvalier rejiminin devrilmesinden sonra oluşan popüler hareketleri silmiş, Haiti'nin ilk demokratik lideri Jean Bertrand Aristide'i baltalamıştır. Helsinki Watch'tan Ken Roth, ABD'nin Aristide'i "demokrasi dışı" nitelemelerine katılmıştır. Kendi "demokrasi" anlayışlarını göstermek için Soros vakıfları Haiti'deki faaliyetlerini diğer ABD faaliyetlerine gizlice katmaktadır; örneğin USAID'in FRAPH ile ilişkili kişileri desteklemesi gibi. FRAPH meşum CIA destekli idam mangalarının adıdır; onlar "Bebe Doc" Duvalier'in düşüşünden beri ülkede terör estirmekteler.

Helsinki Watch'ın web sitesinde, Direktör Roth ABD'yi Çin'e karşı daha sert çıkmamakla eleştirmektedir. Roth'un faaliyetleri arasında Tibet özgürlük Konserinin organizasyonu da vardır; bu gezgin bir propaganda topluluğu olup, ünlü rock'çılarla birlikte ABD'yi dolaşmış ve gençleri Çin'e karşı Tibet'i desteklemeye çağırmıştır. Tibet, yıllardır CIA gündemindeki ana dosyalardan biridir.

Roth, geçenlerde petrolce zengin Sincan'da Çin kontrolüne karşı çıktı. Sömürgeci "böl ve yönet" anlayışıyla Roth, kimi Uygur etnik azınlık gruplarını Kosova'daki ABD/NATO müdahalesinin onlar için de iyi bir örnek olduğu konusunda iknaya çalıştı. Ağustos 2002'de ABD hükümeti de bu çabaya destek verdi.

ABD'nin bu bölgedeki projeleri açıkça New York Times'ta Sincan üzerine yayınlanan bir makalede tasvir edilmiş; burada Uygurlar "bir Müslüman azınlık olup huzursuz bir Çin egemenliği yaşamaktadırlar" denmiştir. Onlar "Yugoslavya'daki NATO bombardımanından çok etkilenmişler, kimi bunu Kosova'daki müslümanların kurtarılması olarak kutlamıştır; kendileri de benzer bir kurtarılışın hayalini kurmaktadırlar" denmiştir. The New York Times yazısı "Sincan'da son bulunan petrol rezervleri burasını uluslararası ticaret açısından çok çekici kılmaktadır" notu düşülmekte ve bir yandan da "buranın yerli halkı Tibetlilere benzer" görülmektedir.

Sayı Sayamamak
Soros örgütleri rakam tesbitlerinde, gerçekten gerçekle ilgilerini kesmiş gibidirler. Örneğin Helsinki Watch 500 kişinin (2000 değil) Yugoslavya'ya NATO bombardımanlarında öldüğünü söylerler. Afganistan'a Amerikan saldırısında da 4000 değil 350 kişi ölmüştür. 1989'da ABD Panama'yı bombaladığında Helsinki Watch raporunun giriş bölümünde "Manuel Noriega'nın devrilmesi... ve demokratik Başkan Guillermo Endera hükümetinin kuruluşu Panama'ya çok ümitler getirmiştir..." der. Rapor ölü sayısından bahsetmez.

Helsinki Watch Bosna'ya NATO saldırısının temellerini 1993'te sahte tecavüz ve soykırım haberleriyle attı. Bu politik histeri doğurma taktiği ABD için kendi Balkan siyasetini uygulamakta gerekliydi. 1999'da, Helsinki Watch Yugoslavya'ya NATO saldırısı için propaganda gücü olarak çalışırken bu tekrarlandı. Soros'un "kanun hakimiyeti" palavralarının çoğu unutulmuştu. ABD ve NATO kendi kanunu yaptı, George Soros'un kurumları bunu destekledi. 11 Eylül 2001'le bu devam etti. Bu sefer konu Dünya Ticaret Merkezi'nde ölen 2801 kişiydi. CFR (Dışişleri Konseyi) 6 Kasım 2001'de toplandı ve bir "büyük kamuoyuna dönük kampanya" planladı. CFR, bir "Amerika'nın Teröre Cevabı İçin Bağımsız Görev Gücü" oluşturdu; Soros, Richard Holbrooke, Newton Gingrich, John Shalikashvili'nin (eski ABD Genelkurmay Başkanı) ve diğer etkili kişilerin katılımıyla DTÖ'de ölenler ABD dış politikasına malzeme yapıldı. CFR raporu teröre karşı savaş öngörüyordu. George Soros'un parmak izleri kampanyanın heryerinde vardı:

"Yüksek düzey ABD memurlarının dost Arap ve diğer Müslüman ülke hükümetlerine 11 Eylül olaylarının kınanması için baskı yapmasını sağlayın, öte yandan da ABD antiterör kampanyasının mantık ve hedeflerini de kollayın. Eğer hükümetleri sessiz kalırsa Ortadoğu ve Güneydoğu Asyalıların çoğunu hiçbirzaman haklılığımıza ikna edemeyiz. Onların bu açıklamaları nedeniyle eleştirilmelerini engellemeli ve onların yanımızda ses vermelerini sağlamalıyız... Boşnak, Arnavut ve Türkleri, ABD'nin Kosova'da 1995-99'da Bosnalı ve Kosovalı müslümanları nasıl kurtardığını ve dünyanın her yerindeki müslümanlarla sıkı ve uzun vadeli ilişkilerimizi diğer kişilere anlatmaları için teşvik edin. Yerel aydınlar ve gazetecileri işe katın, görüşlerine bakmayın. Yerel basını yakından izleyin ve hücumlara hemen cevap verin... Amaç ve hedeflerimizi konuştuğunuzda sürekli kurbanlara (özellikle adlarını vererek ve böylece onları somutlaştırarak) atıf yapın."


Soros'un Sayı Sanatı: ABD Dış Politikasına Destek ve Savunma İçin Saymak
Soros, Dünya kapitalist sistemindeki gerilemeden çok endişelidir ve bu konuda hemen birşeyler yapmak ister. Geçenlerde şöyle dedi: "Şimdiden nihai krizin adımlarını farkediyorum... Yerli siyasi hareketler çıkacak ve onlar çokuluslu şirket mülklerine el koyarak "Milli" serveti geri alacak."

Soros Birleşmiş Milletler'i devre dışı bırakmak için ciddi bir plan önermektedir. Önerisi, "Dünya demokrasilerinin liderliği ele alması ve BM olsun - olmasın işleyecek bir global ittifaklar sistemi kurması"dır. Eğer deli olsaydı, kriz geçirdiğine hükmedebilirdiniz. Ama gerçek şu ki, Soros'un "Birleşmiş Milletler yapısal olarak kendi anayasasının girişinde yazan vaadleri yerine getirebilecek durumda değil," saptaması, American Enterprise Institute gibi bir seri reaksiyoner kurumun görüşünü yansıtmaktadır. Birçok muhafazakar Soros şebekesine sol-kanat gözüyle baksa da, ABD'nin BM ile ilişkilerinde Soros, örneğin John R. Bolton (Silahlanma Kontrolü ve uluslar arası Güvenlik Dairesi'nden sorumlu Dışişleri bakan yardımcısı), gibileriyle aynı tarafa düşer. Bolton "Kongre'deki birçok Cumhuriyetçi artık BM sistemine zırnık dahi ödenmemeli fikrindedir" demiştir. BM'e karşı onyıllardır süregelen bir sağ kampanya vardır. Şimdi bunu Soros götürüyor. Çeşitli Soros web sitelerinde BM'in çok zengin, bilgi konusunda ketum, ya da dünyayı (Soros'un istediği gibi - çev.) yönetmeye yakışmayacak işlere bulaşmış olduğu gibi eleştirilere rastlarsınız.

The Nation yazarları bile, bu konuyu iyi bilirlerken Soros etkisinde kalmışlardır. Örneğin William Greider, geçenlerde Soros'un eleştirilerinde bir haklılık payı bulmuş ve BM'in artık "bayağı diktatörler ve totaliterlerin buluşma yeri olmaktan ve eşit ortaklar gibi muamele görmekten çıkarılmasını" istemiştir. Bu tür Batı merkezci ırkçılık tam Soros'a uygundur. Ona göre BM'in Dünya'yı idare etmesi global güzeyde Faşizmdir. Batılı "ilericiler" Soros'a gereğinden çok yüz vermişlerdir; ve herhalde Greider de artık bu faşizm konusunu aşırı, haksız ve sinirlendirici bulur.

Ama yine de Soros'un şu söylediklerini dinleyelim: "Eski Roma'da yalnız Romalılar oy kullanırdı. Modern global kapitalizmde de yalnız Amerikalılar oy kullanabilir; Brezilyalılar oy kullanmaz."

Covert Action Quarterly
(yazı, shamireaders@yahoogroups.com adresinden alınmıştır)

Çevirenin Notu: *Heather COTTİN Amerikan liberal-Sol çevrelerinden bir yazar olup, kimi görüşleri okuyucularca aşırı bulunabilir. Ancak aktardığı bilgiler yine de önemlidir.)

*Yarbay Oliver NORTH: İran - Contra Skandalının kilit ismi
Tercüme: Altay Ünaltay
Kaynak: Yarın Dergisi


Türkiye’deki marifetleri

Hazırlayanlar: Taylan Bilgiç Bahadır Özgür

George Soros'un Açık Darbe Vakfı
Türkiye’de kamuoyu George Soros’un adını ilk defa 1999 yılında duydu. 20 Haziran 1999’da, Sabancıların konuğu olarak İstanbul’a geldi ve iki gün boyunca konferans verdi. Konferansa ünlü patronlar, hazinenin eski bürokratları, bankaların üst düzey yöneticileri, akademisyenler büyük ilgi gösterdi. “Açık Toplum” adını verdiği projesini uzun uzun anlattı Soros. Türkiye’de de, vakıflarla, derneklerle uzun süredir böyle bir projeyi yaşama geçirmeye çalıştıklarını söyledi.

YDH’yı O mu kurdurdu
Ancak Soros’un Türkiye’deki varlığı bu konferansla başlamadı. Biraz daha geçmişe, 1995 yılındaki seçimlere gitmek gerekir. Çünkü Soros’un Türkiye’deki siyasi faaliyetleri Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) aracılığıyla başladı da denebilir. Soros’un kendisi Türkiye de bir siyasi partinin kurulmasına ve seçime girmesine destek verdiğini, ancak partinin barajı geçemediği gibi aldığı oy oranının da ülke genelinde çok düşük düzeyde kaldığını söylüyor. Sorus’un anlatımı YDH’yı tarif ediyor.

Ne var ki Soros pes etmez, “açık toplum” projesini bütün dünyada yaptığı şekliyle, yani “sivil toplum” örgütleri aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışır. Macaristan’da, Polonya’da, Rusya’da yaptığı gibi önce eğitime el atar. Sabancılar’ın Soros’u çağırmalarının nedeni de budur. Görüşmeler sonucunda Sabancı Üniversitesi Soros ile işbirliği anlaşması imzalar. Soros, Orta Avrupa Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi ortak girişimin mütevelli heyeti başkanı olur.

Kemal Derviş’in fihristindeki isim
Soros’un Türkiye’deki faaliyetleri sivil toplum örgütleriyle elbette sınırlı değil. Politikayla son derece içli dışlı ilişkileri bulunan Soros, Türkiye’deki siyaseti de en üst düzeyden yönlendirmek amacıyla gerekli bağlantılara sahiptir. Bu bağlantıları çözmek için, 2001 krizini hatırlamakta yarar var.

Ulusal para çökmüş, değer kaybı, yüzde 200-300’lere ulaşmıştır. Başbakan Bülent Ecevit, “Sanki düğmeye basmışlar gibi” der ama, bu sözü pahalıya patlar. Önüne bir isim konulur, Dünya Bankası’nın bir bürokratını Türkiye’ye getirmesi istenir. Bu isim, ABD Savunma Bakanı Endonezya operasyonlarının unutulmaz adamı Wolfowitz’in “yakın arkadaşım, iyi memurdur” dediği Kemal Derviş’tir. Derviş’in icraatlarını bilmeyen yok herhalde. Ama o döneme ait haberlerdeki bazı gözden kaçan küçük ayrıntılar, Soros ve Türkiye’deki siyasi konumu hakkında önemli ipuçları veriyor.

Derviş, Nisan 2001’de Dışişleri Bakanlığı’ndan hiçbir görevlinin bulunmadığı bir yemekte, ABD Büyükelçisi ile buluşur. Ne ki, büyük talihsizlik, telefon defterini otomobilin arka koltuğunda açık olarak bırakmıştır. Star TV kameramanı sayfaya odaklar objektifini ve defterdeki “Soros” satırını kaydeder. Açık sayfanın gereği çok sonra anlaşılacaktır. Kemal Derviş, 11 Nisan 2001’de, iki adamla daha buluşur: Soros’un Quantum Fon’undan Anthony Richter ve Aryeh Neier.

Richter, 1988 yılında Soros’a katılmıştır. ATE’nin 1988’den bu yana, Orta Avrasya Projesi müdürüdür. Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’da vakıf işlerini yürütmektedir. Richter, Eurasia Net’in kurucusu ve Central Eurasia Forum başkanıdır. Richter, Sovyetler Birliği ve Türkiye hakkında güvenlik konularını işlemektedir. Aryeh Neier ise, çok dalda oynar. 12 yıl, Human Rights Watch yöneticiliği ve 8 yıl American Civil Liberties Union direktörlüğü yapan Neier, 1993’de ATE’nin başkanlığına gelmiştir. Neier, Soros’un önemli paralarla desteklediği “drug legalization (Narkotik ilaçların yasallaştırılması)” projesinin yönetmektedir.

Derviş’in Soros’la ne ilişkisi olduğu hiç bir zaman ortaya çıkmaz ancak, Türkiye halkı bu görüşmelerin ardından inanılmaz bir liberalizasyon saldırısıyla karşı karşıya kalır. Türkiye’nin iktisadi ve siyasi sistemini kökten sarsan yasalar, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmedik bir hızla birbiri ardına Meclis’ten geçirilir.

Soros: Para koyacağız
Soros 1 Mart 2002’de yine Türkiye’dedir ve yine Güler Sabancı’nın konuğudur. Önce Bebek’deki Açık Toplum Vakfı’nın irtibat bürosu elemanlarıyla Kafkasya-Asya-Ortadoğu işlerini görüşür. Aynı akşam CNN Türk’te programa katılır ve “Başka ülkelerde parayı ben veriyorum ama, burada önemli ‘think tank’ örgütleriyle birlikte para koyacağız” deri.

İşte ünlü spekülatör Soros’un Türkiye’deki macerası bitmemişe benziyor. Zira en yakın adamının söylediği gibi, Soros’un yaptıklarını bir zamanlar CIA yapıyordu. Ama Soros bu konuda daha başarılı. Türkiye’de siyasetin hem toplumsal bir muhalefet görünümü altında hem da tepelerden nasıl yönlendirildiğini Soros’un pratiği bütün yönleriyle ortaya koyuyor. Herhalde bundan sonra adının başında “sivil” olan her örgüte biraz şüpheyle bakmakta fayda var. Zira “şeffaf” olduklarını iddia eden bu örgütlerin isimlerinin üzerini kazıyınca, nelerin, kimlerin çıkacağını kimse kestiremiyor!

Türkiye’deki Soros’çular kimler?
Açık Toplum Vakfı’na bağlı olarak Türkiye’de kendi ifadeleriyle ‘’mütevazı’’ bir irtibat bürosu kurdu Soros: Soros Vakfı, Türkiye’deki bu ‘’sivil toplum’’ kuruluşuna geçen yıl 1 milyon 73 bin dolar gibi çok ‘’mütevazı’’ bir para fonlamış. Vakfın verilerinden öğreniyoruz ki, Türkiye’deki ‘’Açık Toplum Enstitüsü’’ şu 5 amaç için çalışıyor: Siyasi reform ve AB, medya, cinsiyet, bölgesel eşitsizlikler ve sivil toplum.

Siyasi reform alanında Soros Vakfı, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV)‘’kurumsal kalkınmasını’’ desteklemiş ve TESEV de Türkiye’nin AB’ye katılımını içeren konulara odaklanmış. Medya alanında ise ‘’kamuya açık radyo ve on-line medya gözlemci kuruluşları gibi alternatif medya projeleri güçlendirmek için’’ faaliyet başlatılmış. Ayrıca, ‘’ihmal edilen kadın gruplarının güçlendirilmesi ve kadına yönelik şiddeti azaltmak için pratik önlemler geliştirmek için’’ de çalışmalar yapılmış. Soros Vakfı’nın Türkiye temsilciliği niteliğindeki ve direktörlüğünü Hakan Altınay’ın yaptığı Açık Toplum Enstitüsü’nün yönetimi de şu isimlerden oluşuyor:

• Can Paker (Türk Henkel Genel Müdürü, TESEV Başkanı, TÜSİAD Haysiyet Divanı üyesi, Robert Kolej Mütevelli Heyeti üyesi)
• Nebahat Akkoç (Diyarbakır’da kurulu Kadın Araştırmaları Merkezi Vakfı yöneticisi)
• Şahin Alpay (Zaman gazetesi yazarı)
• Murat Belge (Birikim dergisi kurucusu, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, Radikal gazetesi yazarı)
• Üstün Ergüder (Boğaziçi Üniversitesi eski Rektörü, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü)
• Osman Kavala (Kavala Grubu’nun sahibi)
• Ömer Madra (Açık Radyo’nun kurucularından, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi)
• Nadire Mater (Bağımsız İletişim Ağı’nın yönetmenlerinden, yazdığı ‘’Memed’in Kitabı’’ karşılığında John D. ve Catherine Mac Arthur Vakfı’ndan para alması nedeniyle tartışma konusu edilen gazeteci)
• Oğuz Özerden (Bilgi Üniversitesi Kurucusu ve Mütevelli Heyeti Başkanı)
• Salim Uslu (Hak-İş Genel Başakanı)

Soros Türkiye’deki bilinen ilk siyasi faaliyetine seçimlere girerek başladı! Cem Boyner’in kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi beklenen başarıyı gösteremedi. Ardından Soros’un ikinci siyasi müdahalesini Kemal Derviş gelince öğrendik. Soros’un iki üst düzey adamı Derviş’le görüştükten sonra Türkiye’de hızlı bir “yasal değişim” başlatıldı. “Derviş Yasaları” olarak anılan düzenlemeler birbiri ardına çıkartıldı. Yasalar çıkartılmadığında ise Türkiye spekülasyonlarla sarsıldı.

SABANCI İLE EĞİTİM ANLAŞMASI
1999 yılında Soros ile Sabancı Üniversitesi eğitim alanında anlaşma imzalar. Soros, Orta Avrupa Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi ortak girişimin mütevelli heyeti başkanlığına getirilir. Orta Avrupa Üniversitesi, George Soros’un “açık toplum” misyonuna uygun elemanlar yetiştirmek üzere, 1989’da eski Yugoslavya’nın Adriyatik kıyısındaki Dubrovnik kentinde oluşturulan Inter-University Centre örgütü öncülüğünde kuruldu. 1991’de, Prag’da 100 öğrenciyle başlayan eğitim, şimdi 40 ülkeden 829 öğrencisi ile Budapeşte ve Varşova şubeleri ile sürdürülüyor. Avrupa Üniversitesi konseyinde ünlüler bulunuyor: ABD Büyükelçisi D. M. Bilinken, Georges de Menil, Yehuda Elkana, Albert Fuss, Roger Hazewinkel, T. Lantos, K. Marton, P. E. Mroz, P. Nadosy, M. Nimetz, L. Robbins, J. Edwin Mroz ve John Brademas. Mroz, EIW (Doğu Batı Enstitüsü) kurucu başkanıdır. EIW, glasnost günlerinde Moskova’da yürütülen “demokrasi” operasyonunda oldukça etkindi. Mroz, Türkiye’deki TESEV ve ARI adlı sivil toplum örgütlerine sık sık konuk oluyor.

2003 OPERASYONLARI

MALEZYA
Malezya’da geçtiğimiz yıl para piyasası çöker. Malezya, IMF’den ülkeyi terk etmesini ister. Bu konu ABC televizyonunda görüşülür. Programda Ted Koppel sorar: “Şimdi siz, Malezya’nın parasını tahrip ederek kazanç elde ettiyseniz, bu durumda (Malezya’dan) alıp götürmüş olmuyor musunuz?” Soros, yanıtlar: “Tam da öyle değil; çünkü bu benim eylemimin amaçladığı bir sonuç değildir. Ve bir katılımcı olarak sonuçları hesap etmek benim işim değildir.” Bu arada, IMF’nin sınır dışı edildiği Malezya’da kampanya başlar. Devlet yönetiminin en uç noktalara dek yolsuzluğa battığını ilan edilir. Liberal bir gazete çıkmaya başlar. Gazete, “temiz toplum-açık toplum” kampanyası açar. Şiddet gösterileri yükselir. Yönetim, iktisadi düzeni rayına oturtmaya çabalarken, Gazete kışkırtmayı sürdürür. İstenen olmuştur. Bilumum “sivil örgütler” harekete geçerler ve Mahathir’i diktatör olarak ilan ederler. Malezya yönetimi Muhalefet yayınlarını Soros’un fonladığını açıklar.

VENEZUELA
Venezuela’da Chavez oyların yüzde 80’inden fazlasını alınca bir anda Amerikan yetiştirmesi muhalefet eylemlere başladı. Peru’da bu eylemleri örgütleyecek olan ABD yetiştirmesi muhalif lidere Soros’un 1 milyon dolar verdiği sonradan ortaya çıktı. Venezuela’da ABD kasasından beslenen sivil (!) örgütlere yıllarca dolarlar akıtılmıştı. Eylemcilerin arkasında duran AB ve koalisyon ortakları eylemleri durdurmaya çalışan devlet yönetimlerini ‘insan hakları düşmanı’ ya da ‘diktatör’ ilan ederek iktisadi ambargoya yöneldiler. Venezuela’da her şeye rağmen halk yönetime sahip çıkınca, ABD’nin maşası örgütler parayla satın alınmış subaylarla birlikte askeri darbe yaptı. Ancak bu da başarılı olamadı.

GÜRCİSTAN
Gürcistan eski Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze, 2 Kasım’da gerçekleşen seçimlerde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle düzenlenen protesto gösterilerini ve parlamento baskınını Soros’un finanse ettiğini açıklamıştı.

Nitekim daha önce Yugoslavya seçimlerinde de Miloseviç’e karşı kurulan muhalefet örgütünün sembolü ve sloganlarının aynısı, Gürcistan seçimlerinde de boy gösterdi. Parlamentoyu basanlar ellerinde bu örgütün sembolünü taşıyorlardı. Soros’un Yugoslavya’da bu muhalefet örgütüne para yardımı yaptığı ortaya çıkmıştı. Soros’un aynı şeyi Gürcistan’da da yaptığı belgelendi.

Halkların festivali
Dünya Sosyal Forumu (DSF), bir güne yüzlerce farklı etkinliğin sığdırıldığı bir festival havası içinde başladı. 16 Ocak’ta, yapılan açılış toplantısıyla birlikte, Hindistan'ın Mumbai kentindeki DSF alanı onbinlerce insanla dolup taştı.

Sosyal Forum, katılımcıları afallatan bir 'yoğunluk' içinde. Altı günlük program boyunca 1200'den fazla etkinlik gerçekleştirilecek. DSF organizatörleri, 132 ülkeden 2660 örgüt ve 80 binden fazla insanın kayıt yaptırdığını açıkladılar. 2300 civarında medya mensubunu da unutmamalı!

NGO bahçesi
Sosyal Forum'a katılanların çoğu Asya ülkelerinden. En çok 'NGO'nun (hükümet dışı kuruluş) örgütlü olduğu Hindistan, bu nedenle 'ideal tercih' olarak görülüyor. NGO ve benzeri pek çok kuruluşun ilk amacı, ülke ve dünya kamuoyuna seslerini duyurabilmek. Bu nedenle DSF alanında sokaklar tam bir renk cümbüşü. Tibetli rahiplerden yoksul köylülere, kast sistemine karşı mücadele eden 'dalit'lerden (En alt kast) çevrecilere dek irili ufaklı binlerce örgütlenme, dünyanın dikkatini kendi'dava'sına çekmeye çalışıyor. Ancak ne yazık ki pek çok insan, ortaya çıkan kakafoni nedeniyle hiçbir sesin yankı yaratamadığını düşünüyor. Bu 'çok seslilik'ten geriye sadece 'e-mail alışverişi' ve gezip-tozma kalıyor, bir de 'Bunun için mi geldik?' sorusu.

Esnafın keyfi yerinde
DSF'den en mutlu olan kesimin, esnaf olduğunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki günlerde işportacıların Sosyal Forum arazisini 'kuşatması' bekleniyor.

Bu arada DSF alanında görevli yüzlerce temizlik işçisi, gıda-meşrubat satıcısı ve diğer emekçiler, bazen günde 15 saat ter döküyorlar. Alandaki satışı yürüten şirketlere her gün milyonlarca rupi kazandıran bu emekçiler, günde 100 rupi (yaklasik 2.5 dolar) para kazanabiliyor.

Özürlülerin tepkisi
DSF organizatörlerinin bazı uygulamaları ise, protesto ediliyor. 'Özürlüler İçin İstihdam Ulusal Merkezi' (NCPEDP) adlı kuruluş, DSF yöneticilerini özürlülere 'düşmanca davranmak' ile suçladı. Kuruluş üyeleri, Medya Merkezi önünde basın açıklaması yaparak NCPEDP'nin DSF içinde bir etkinlik düzenlemek için uğraştığını, ama etkinlik için kendilerine 200 kişilik bir salon gösterildiğini anlattılar. DSF'nin kendine has bir turizm yarattığı da görülüyor. Batı ülkelerinden gelen pek çok 'bireysel katılımcı' Sosyal Forum için düzenlenen özel turlarla gelmiş bulunuyor.

Alternatifin alternatifi
İçeride bunlar olurken, birkaç yüz metre ötede, alternatif bir toplantı da başladı. Kendilerine 'Mumbai Direnişi' (MR-2004) adını veren ve çoğunluğu Maoist gruplardan oluşan bu ekip, DSF'yi reformistlik ve emperyalizmle işbirliği ile suçluyor. MR etkinliklerinin, katılım açısından DSF'nin gerisinde kaldığı söylenebilir. Yine de, DSF etkinliklerine katılan pek çok kişi, arada sırada 'karşı tarafa' bir göz atıyor. MR-2004, ILPS (Uluslararası Halkların Mücadelesi Ligası) ve ATIK adlı örgüt tarafindan örgütlenmiş. DSF organizatörlerini 'emperyalistlerden fon almak' ile suçlayan bu iki grubun da aynı yönteme başvurduğu konuşuluyor.

İkili oyun
ILPS içinde baskın durumda olan Filipinler Komünist Partisi (FKP), 'ikili oynamayi' tercih ediyor. Partinin ve ILPS'in lideri olan Prof. Jose Maria Sison, MR-2004'e gönderdiği mesajda, 'DSF'ye karşı tutum alınmasının olumlu olduğunu' söylüyor. Ama diğer yandan FKP, cephe örgütü BAYAN aracılığıyla DSF'de de faaliyet yürütüyor. 'Emperyalizme Karşı Halk' adı altında birleşen bir yerel grup ise, iki toplantıyı da 'emperyalizmle işbirliği' ile suçluyor. Bildiriler dağıtan bu grup, kendi 'alternatif' toplantısını 19-20 Ocak tarihleri arasında yapacak.

Yerel seminerler
DSF kapsamında her gün birkaç ‘büyük etkinlik’ ve yüzlerce ‘küçük etkinlik’ düzenleniyor. Medyanın ilgisi, genellikle ‘flaş isimlerin’ katıldığı büyük etkinlik ve basın toplantılarında. Özellikle Asyalı yüzlerce örgüt ise, kendi hallerinde, sorunlarını tartışıyor.17 Ocak’ta düzenlenen seminerlerden en çok ilgi çekeni, Dalitlerin mücadelesini anlatıyordu. Küçük bir alanı dolduran insanlar, baskıcı kast sisteminin en altında yer alan yoksul Dalitlerin (Dokunulmazlar) sorunlarını dinledi. Dalitlerin hakları için mücadele eden üç ayrı kuruluş tarafından düzenlenen ‘Kastçılık ve ayrımcılığa karşı’ adlı seminer, Hindistan’ın güneyindeki Tamil Nadu bölgesinin sorunlarına yoğunlaşıyordu. Konuşmacılar, emperyalist küreselleşmenin kast sistemini çözmek bir yana daha da ağırlaştırdığını anlattılar.Bir diğer benzer toplantı ise, Keşmir sorununu ele alıyordu. Panele katılanlar; Hindistan ve Pakistan’ın Keşmir’i kullandığını vurgulayarak, ‘bağımsız, laik ve demokratik bir Keşmir’ talebini öne çıkardılar. Keşmir köylerinden gelen ozanlar, bölgenin hoşgörü kültüründen örnekler verdiler.

Cumartesi düzenlenen ‘büyük seminer’de ise, DSF’nin geleceği ele alındı. Konuşmacılar G. Afrika’dan Dennis Brutus, Vietnam eski Devlet Başkanı’nın eşi Nguyen Binh, Irak’tan Abdulemir el Rekabi, Filistinli sağlıkçı Cihad Mesal, Malezya’dan Chandra Muzaffer, G. Koreli Rahip Keun Soo Hong ve Arjantinli Beverley Keene’di. Toplantıda ABD-İsrail saldırganlığı ve neoliberal politikalara karşı ‘tek umudun DSF’ olduğu belirtildi. N. Binh, küreselleşme karşıtı hareketlere, ‘ulus-devletlerle stratejik ittifaklar kurma’ tavsiyesinde bulunarak, diplomatik maharetini gösterdi. Koreli Rahip Keun ise, ‘Kore halkının korktuğu kişi Kim Jong Il değil, Bush’tur’ dedi. Rahip Keun, ‘Bush tekrar seçilirse, Nisan 2005’te Kore Yarımadası’nda savaş çıkacaktır’ dedi.

Eylem takvimi
DSF’ye katılan örgüt ve kuruluşlar, 2004 yılında uluslararası çapta eylemlere devam etme kararı aldı. İlk eylem, Forum’un sona ermesinden bir gün önce, 20 Mart tarihinde Mumbai’de yapılacak. Onbinlerin katılacağı eylemde, Amerikan saldırganlığı lanetlenecek. Küreselleşme ve savaş karşıtları, 22-25 Nisan tarihleri arasında ABD’nin başkenti Washington’da buluşacak. Burada, Dünya Bankası ve IMF’nin 60. yıldönümü kutlamaları engellenmeye çalışılacak ve kitlesel protesto eylemleri düzenlenecek.

ABD mahkûm edildi
Dünya Sosyal Forumu çeşitli etkinliklerle devam ediyor. Dün yapılan seminer ve konferanslar, ABD saldırganlığı ve Irak’ın işgali konuları ağırlıklıydı. Sokaklarda ise, festival havası devam etti. DSF katılımcıları, dün bir duruşmaya tanık oldular. “ABD Savaş Suçları Hakkında Dünya Kadınlar Mahkemesi” adıyla düzenlenen etkinlikte, dünyanın çeşitli bölgelerini temsil eden bir jüri heyeti, Amerikan emperyalizmini mahkûm etti.

Jüri üyeleri
“Halklar mahkemesi”nin jüri üyeleri arasında; ABD Adalet eski Bakanı Ramsey Clark, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter eski Yardımcısı Dennis Halliday, Güney Afrikalı ırkçılık karşıtı eylemci Fadma Mir, Hindistanlı insan hakları savunucusu Corinne Kumar ve Avrupa Parlamentosu üyesi Luisa Margentini gibi isimler yer alıyordu.

Bir Filistin türküsü ile başlayan mahkemede söz alan Ramsey Clark, Bush yönetiminin politikalarına karşı bir konuşma yaptı. Devletler tarafından işlenen suçların “barışa karş suç, insanlığa karşı suç ve savaş suçu” olarak üçe ayrıldığını kaydeden eski bakan, “ABD, tarihi boyunca bu suçların hepsini defalarca işlemiştir. Son olarak Irak, işgal edildi ve en az 40 bin Iraklı öldürüldü” dedi.

DU vahseti
İşgal bölgelerinde kullanılan silahlarla ilgili çalışmaları ile tanınan Ramsey Clark, Mart-Nisan 2003 arasında Irak’a karşı kullanılan seyreltilmiş uranyum (DU) miktarının, 1991’deki Körfez Savaşı’nda kullanılandan 4 kat fazla olduğunu vurguladı. Clark, “Bu korkunç silahın etkisi nesiller boyunca devam edecek. Çocuklar sakat doğacak, analar düşük yapacak ” diye konuştu.

Martin Luther King’in “Dünyadaki en büyük şiddet aygıtı ABD’dir” sözünü hatırlatan Clark, savaş karşıtı hareketin hedefinin, Bush’u devirmek olması gerektiğini kaydetti.

Clark, “Elbette, hükümet değişikliğinin yeterli olmayacağını ben de biliyorum. Bush gitse de, yerine onun gibi biri gelecektir. Ama bu, dünya için büyük bir başarı olur. Bush’u görevden aldırabiliriz ve şimdiden bunun için yarım milyon imza topladık” dedi. Akşam saatlerine dek devam eden duruşmada söz alan diğer konuşmacılar da, ABD politikalarını lanetlediler ve kendi ülkelerinden bilgi verdiler.

Oturumun sonunda, dünya kadınlarının ABD’yi insanlığa karşı suç işlemekten dolayı mahkûm ettiği, kalabalığın alkışları eşliğinde açıklandı.
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

Bir Dostu Kaybediyoruz

Aliyev'den Ankara'ya çifte misilleme Ermeni protokolünün imzalanmasına tepkilerini dile getiren Azeri Cumhurbaşkanı doğalgaz kartını açtı


Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, uzun yıllardan beri dünya fiyatlarının üçte birine Türkiye'ye doğalgaz sattıklarını belirterek, "Hangi ülke buna razı olabilir, bu hiçbir mantığa sığmayan bir meseledir" dedi.

Aliyev, "Azerbaycan'da son 9 aylık Sosyal ve Ekonomik Gelişimöin değerlendirildiği toplantıda yaptığı konuşmada, Azeri gazının Avrupa'ya ihracı ve Türkiye ile sürdürülen alım-satım ve transit görüşmelerini değerlendirirken, Ankara'ya açıkça sitem etti.

Aliyev şöyle dedi:
"Ancak ne yazık ki iki yıla yakındır, biz bu imkanlardan mahrum kaldık. Bunun esas sebebi de efsuslar olsun ki (teessüfler olsun ki) Türkiye ile Azerbaycan arasında transit meselesinin çözümlenememesidir. Azerbaycan bütün ülkelerle hem dost hem de tarafdaş ülkelerle ilişkilerini karşılıklı çıkarlar üzerine kuruyor. Başka ülkeler ilk olarak kendi çıkarlarını nasıl kolluyorlarsa, biz de elbette başta kendi çıkarlarımızı kolluyoruz. Ama bunu kollarken bezim tarafımızdan yapılan teklif dünya pratiğine dayanıyor.


Hem fiyat hem de tarifler (vergi, rüsum) bakımından. Hiçkimseye sır değil ki; Azerbaycan uzun yıllardır Türkiye'ye gazı dünya fiyatlarının üçte biri değerinden satıyor. Hangi ülke kendi kaynaklarını, özellikle bu ortamda dünya fiyatlarının yüzde 30'una satar ve bunu kabul edebilir? Yani bu, hiçbir mantığa sığmayan meseledir.


Geçen yılın Nisan ayından bugüne kadar yapılan çok sayıda görüşmelerde ne yazık ki hiç bir neticeye gelemedik. Biz istiyoruz ki gazımız dünya fiyatlarından olmasa da hiç olmazsa ona yakın fiyata alınsın. Rusya gazının fiyatı ile aynı olmasa da hiç olmazsa ondan yüzde 8, yüzde 10 aşağı olsun ama yüzde 50 olmasın. Hangi ülke bununla razılaşır?"
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

PKK - ERMENİ İŞBİRLİĞİ

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:

• Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.
• 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.
• Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.
• Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
• 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:
• Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
• Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.
• Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
• Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.
• Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.
• Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.
• Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.
• Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

• Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI
Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.

PKK - ASALA İLİŞKİLERİ
Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.

Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.

Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.

PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.

Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.

PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA
1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar

2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek
3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar

Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir
2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak
3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek
4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak
5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak

1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.

PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği bilinmektedir.
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

Atatürk'ün Ermeni Konusuna Bakışı


Atatürk' ün yazışma ve konuşmalarından Ermeni konusu üzerine neler dediğini tarayıp, bir kitapta topladım. Karşımıza önemli bir bilgi ve değerlendirme zenginliği çıktı. Bunlar konu başlıkları halinde şöyle sıralanabilir:


■ Tehcir bir zorunluluktu.
■ Tehcir'de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
■ Tehcir edilenler hayattadır.
■ Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin hayatını kurtarmıştır.
■ Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan, asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
■ Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu'da önce Ruslar, sonra İngilizler, Güney'de Fransızlar kışkırtmışlardır.
■ Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır. İngiliz propagandasıdır.
■ "Ermenilere kınm yaptınız" konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasi emellere dayanmaktadır.
■ Siyasi emel topraktır, Türkiye'nin Doğusunda "Kafkas Şeddi" oluşturmaktır.
■ Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer vasıtadır ve paralel kullanılmaktadırlar.

Bunlardan sadece son üçünü ana hatları ile ele alabileceğiz.

ÜÇÜNCÜ ERMENİ SALDIRISI
Türk ulusu, Ermenilere soykırım yaptınız iddialı saldırılara üçüncü kez muhatap oluyor. İlki 1915Tehciri'nden sonra 1916'da başlar, 1918 Mondoros Mütarekesi'nden sonra yoğunlaşır. İkincisi 1920'dedir. Türk Ulusu'nun canını, namusunu, toprağını kurtarmak için Çukurova'da Antep, Maraş ve Urfa'da Fransız-Ermeni işgalcilerine karşı direnmesi üzerine ve özellikle Şubat 1920'de Maraş'tan Fransız-Ermeni işgalcilerini kovuncadır. Üçüncüsü de 1965'te başlatılır ama asıl saldırı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin PKK terör örgütü ile ABD'nin ve AB'nin istediği şekilde bir diyaloga girmeyip siyasi çözümü reddederek silahlı mücadeleyi sürdürme kararlılığı üzerine 1995'te başlatılır. 1995'e kadar, 30 yılda Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır şeklinde karar alan veya bildiri yayınlayan parlamento sadece altıdır). 1995'ten 1998'e kadar karar alanlara dokuz ilave daha olur. 1999'da PKK başarısız olunca, Güneydoğu'yu Türkiye'den kopartamayınca yani PKK'ya verilen görev gerçekleşmeyince soykırımlı saldırılar bunaltıcı şekilde yoğunlaşır. Sadece 2000 yılında 7 karar çıkar. 2001-2006'da bunlara 17 karar daha eklenir.

1965'ten 2007'ye kadar toplam 39 karar çıkar, bunlara eyalet kararları dahil değildir. 39 kararın 6'sı 30 yılda, 1965-1994 arasında çıkar. 1995'te saldırılar yoğunlaştınlır, 4 yılda (1995-1998) 9 karar, 2000'de, yalnızca 1 yılda 7 karar, 2001 ve sonrasında ise 17 karar çıkartılır. 39 kararın 24'ü 1999 sonrasında, yani PKK başarısız kılındıktan, Türkiye AB'ye aday yapıldıktan sonradır. 1997'de adaylığı reddedilen Türkiye'nin 1999'da yani PKK başarısız kılındıktan sonra aday yapılmasının anlamı ve arkasından aday yapılan Türkiye'ye Ermeni soykırımı kartı ile siyasi saldırıların yoğunlaştırılması dikkat çekici ve uyarıcıdır. Ayrıca 2000 yılında, soykırım suçlamasıyla yapılan siyasi saldırıların yanı sıra. Batılı sermayedarlarının çıkarttığı Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizleri ve sonuçlan da göz önüne alındığında, Türkiye'nin planlı bir siyasi-ekonomik-sosyal tehditle karşı karşıya olduğu anlaşılıyor. Saldırıların sürecine ve yoğunlaşma dönemlerine dikkat edilirse konunun tarihi bir hesaplaşma değil, siyasi bir hesap olduğu ortaya çıkmaktadır. Birinci ve ikinci saldırılar Sevr öncesidir. Üçüncü saldırı ise "Kürdistan kurma" öncesidir. Sözde Ermeni soykırımı konusu ile Kürdistan kurma konusunun ne ilgisi var denilebilir. İkiz konulardır. Tarihimizde paralel yürütülmüştür. Bu günde paralel yürütülmektedir.

ATATÜRK'ÜN TESPİTLERİ
Soykırımlı saldınlara Atatürk'ün bakışı, tarihi bir konu şeklinde değil, siyasi hedefleri gerçekleştirmede bir vasıta olarak kullanma şeklindedir. Yani mücadele alanı tarih değil, siyasettir demektedir. Ki kendisi de tarihle değil, siyasetle ve güçle çözmüştür. Atatürk'ün sözde soykırım iddiaları üzerine tespit ve değerlendirmelerini sorularla açıklığa kavuşturalım. Biz soralım, O yanıtlasın.


Türkiye'ye yapmadığı ve yapmadığını bildikleri halde neden "Ermenilere soykırım yaptınız" suçlamaları ile saldırıyorlar. Bunlan neden yapıyorlar?

"... Düşmanların bütün çalışması, barış esaslannın kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak, istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyor...(5)" (24 Nisan 1920-TBMM)

O günlerde Sevr Anlaşması gündemdeydi. Sevr ile istediklerini kabul ettirmek için, "Ermenilere kırım yaptınız, yapıyorsunuz" saldınsı ile Türkiye'yi suçlu duruma düşürüp dıştan destek görmesini önlemeyi, hayır deme direncini kırmayı amaçlamışlardı.

Şimdi 1995'te yoğunlaşan, 2000'de doruğa çıkan saldırıların amacı daha iyi anlaşılıyor. 1995 yılı için Ata'nın açıklamasındaki, "barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda" ifadesinin yerine "PKK ile silahlı mücadeleyi bıraktırıp, siyasi çözümün dayatıldığı şu sıralarda" ifadesi konularak okunması yeterli olmaktadır. 2000'li yıllar için konulacak ifadeler çoğalmaktadır. Birkaçını sıralayalım.

■ "Kendisine verilen görevi PKK başaramayınca. PKK'nın yapamadığını bizzat yaptırmak için AB adaylığına kabul edilen Türkiye ile adaylık koşullarının belirleneceği şu sıralarda..."
■ "AB'ye uyum paketleri adı altında verdirilecek ödünlerin Türkiye'ye kabul ettirileceği şu sıralarda..."
■ "Incirlik Üssü kullanım koşullarının görüşüleceği şu sıralarda (2000 Baharı-ABD için)..."
■ "BOP'un gerçekleştirileceği şu yıllarda..."
■ "Kuzey Irak'ta bir devlet yapılanmasına başlanacağı şu sıralarda (2002)..."

Kaynak : Cumhuriyet Strateji, Haftalık Ulusal Gazete Ek, 04.06.2007
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

Truman Doktrini


Truman Doktrini, 1947 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman tarafından Sovyet tehdidine karşı hazırlanmış plandır. Truman Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri "komünizm tehdidi" altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır.

Doktrin'in nedenleri
Temel nedenler
Almanya'nın çöküşü, II. Dünya Savaşı boyunca bastırılmış düşmanlıkları tekrar su yüzüne çıkardı. Almanya'ya karşı Sovyetler ile ittifak kurmuş olan Amerika ve İngiltere, Bolşevik Devrimi'nin ilk günlerinden beri komünizme düşman idiler. Hatta başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Bolşeviklerle mücadele eden Çarlık yanlısı Rusları desteklemiş ve bu amaçla Vladivostok, Murmansk ve Archangelsk limanlarına asker çıkarmışlardı.

Amerika'nın Japonya'ya attığı atom bombaları Japonya'nın teslimiyetini sağlarken aynı zamanda Amerika'nın askeri üstünlüğünü de vurguladı. Bu iki saldırıyı Sovyetler'e yönelmiş bir tehdit olarak algılayan Stalin, Batı ile arasında kendisine bağlı uydu devletler kurarak bir “tampon bölge” oluşturmak istiyordu. Bu ilke Sovyetler'in savaş sonrasında Doğu Avrupa politikasının temelini oluşturmuştur.

Bu amaçla Sovyetler'in komünist ideolojiyi yaymaya çalışması ve Doğu Avrupa'da komunist uydu-devletler kurmaya başlaması Amerika'da büyük korkuya yol açmıştı. Bu sebeple 1947 yılından başlıyarak Amerika dış politikasının esası komünizm ile mücadele olmuştur.

Hızlandırıcı nedenler
Truman Doktrini’ni hızlandıran başlıca neden, Sovyetler’in güneye doğru yayılmasıdır. Yunanistan’da komunist gerillalarla zayıf merkezi hükümet arasında başlayan iç savaş, Truman Doktrini’nin ilan edilmesini hızlandırmıştır. Ayrıca Stalin şefliğindeki Sovyetler Birliği'nin, Lenin zamanında imzaladığı Brest Litovsk Barış Antlaşması ve Moskova Antlaşması hükümlerine rağmen Türkiye’den Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin vilayetlerini ve İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında askeri üsler kurmak istemesi ve bu amaçla Türkiye’ye baskı yapması, diğer hızlandırıcı nedendir.

İlanı
Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de kendi adıyla anılacak bu doktrini açıkladı. Truman’a göre ABD, komünizm ile silahlı mücadele veren ve dış ülkelerin baskısı altında bulunan devletlere mali ve askeri yardım yapmalıydı (Burada kastedilen ülkeler Yunanistan ve Türkiye’dir). Bu amaçla Kongre’den 400 milyon dolar kullanma izni istedi. Kongre’nin 22 Mayıs’ta bu isteğini kabul etmesi üzerine Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapıldı.

Sonuçları
Doğrudan sonuçları
Truman Doktrini, aldığı yardım sayesinde Türkiye’nin Sovyetler’e karşı kendini daha rahat hissetmesidir. Sovyetler Birliği lideri Stalin'in Türkiye'den Kars, Artvin ve Ardahan'ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Milli Şef de ABD'den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, "5 yıllık kalkınma planları" ve Köy Enstitülerileri gibi Sovyetler'den esinlenmiş uygulamaların kaldırılmasını talep etti.[1]

Truman Doktrini’nin Yunanistan açısından en önemli sonucu ise, Yunan İç Savaşı’nın seyirini değiştirip, merkezi hükümetin komünistleri yenmesini sağlamış olmasıdır. Böylece Soğuk Savaş’taki ilk silahlı mücadelelerin birinden Batı Bloğu galip çıkmış oluyordu.

Truman Doktrini, kendisinden sonra gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’nın hazırlayıcısı olmuştur.

Sembolik sonuçları
Truman Doktrini, yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan etmiştir. Buna ek olarak, Truman Doktrini ile ABD, maliyesi II. Dünya Savaşı’nda iflas etmiş olan İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurarak Sovyetler’in güneye doğru genişlemesinin yolunu kesiyordu.

Truman Doktrini ile ABD, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve I. Dünya Savaşı sonundaki tutumunun aksine dünya siyasetinde aktif bir rol üstleniyordu.

Kaynakça
• Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994), İmge Kitabevi, sayfalar 257-259
• Ahmet Kuyaş, Gençler İçin Çağdaş Tarih, Epsilon Kitabevi, sayfa 297
1. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11637642.asp?yazarid=72
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

Tarihe Geçmiş Vatan Hayini Damat Ferit Paşa Kimdir?

Damat Mehmet Ferit Paşa (1853 - 1923), Osmanlı diplomat ve devlet adamı. VI. Mehmet Vahidettin saltanatında 4 Mart 1919 - 30 Eylül 1919 ve 5 Nisan 1920 - 17 Ekim 1920 tarihleri arasında toplam bir yıl bir ay on beş gün sadrazamlık yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketine muhalefetinden ötürü vatan hainliği ile suçlanmış ve yurt dışına gitmiştir.

Sadrazamlık Öncesi Kariyeri
Şura-yı Devlet üyelerinden, "Gülistan" mütercimi Hasan İzzet Efendi'nin oğludur. Ailesi Karadağ (Montenegro) arnavut kökenlidir. İstanbul’da 1853 yılında doğdu. Tahsilini tamamladıktan sonra Hariciye Teşkilatında görev aldı. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri kâtipliklerinde bulundu. 1885'te Sultan
Abdülmecit’in kızı ve Vahidettin'in ana bir kızkardeşi Mediha Sultan'la evlendirildi. Üç yıl sonra vezir rütbesine yükseltilerek "paşa" ünvanını aldı. Londra Büyükelçiliğine atanma isteği II. Abdülhamit tarafından reddedilince, kamu görevlerinden uzaklaşıp, eşinin Baltalimanı'ndaki konağında özel yaşamına çekildi.

Meşrutiyet'in ilanından sonra Ayan Meclisi'ne atandı. İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı muhalefetin yükseldiği 1911-12 döneminde Hürriyet ve İtilâf Fırkası'nın kurucuları arasında bulundu. Fırka içte liberalizm fikrini ve Osmanlı toplumunu oluşturan unsurlar arasında uyum ve beraberliği, dışta ise İngiltere yanlısı bir politikayı savunuyordu. 11 Kasım 1911 günü kurulan fırkanın ilk başkanlık görevini 25 Kasım 1911'den Haziran 1912'ye kadar Ferit Paşa üstlendi. [1]

1912'de Balkan Savaşı'nı sona erdirmek üzere Londra'da toplanan barış konferansına Damat Ferit Paşa'nın gönderilmesi önerildi ise de, sadrazam Kâmil Paşa "bu adam delidir" diyerek karşı çıktı.[2]

Sadrazamlık Süresi
Ferit Paşa'nın siyasi kariyeri, kayınbiraderi olan VI. Mehmet Vahidettin'in saltanatında parladı.
İttihat ve Terakki iktidarının devrilmesinden sonra Vahidettin, 24 Ekim 1918'de Mondros'ta yapılacak mütareke görüşmelerine Ferit Paşa'nın murahhas olarak gönderilmesini önerdi. Ancak bu öneri İzzet Paşa kabinesince reddedildi.[3] Rauf Orbay'a göre padişahın bu teklifinin nedeni, mütareke anlaşmasının Bulgaristan, Avusturya ve Almanya'da olduğu gibi bir saltanat değişikliğiyle sonuçlanmasından çekinmesi ve Ferit Paşa'nın kendisine sadık olacağına inanmasıydı.

Ferit Paşa, Tevfik Paşa kabinesinin 3 Mart 1919’da istifası üzerine ilk defa sadarete getirildi. İhtiyar Tevfik Paşa'nın Savaş sonrasında kurulan kabinesi galip devletlerin çeşitli baskıları karşısında etkisiz kalmış ve yalpalamıştı. Kabine değişimine yol açan kriz, savaş suçluları ve "tehcir ve katliam" sorumlularının yargılanması için kurulacak olan Âliye Divan-ı Harb-i Örfi'nin, müttefik devletlerin ısrarına rağmen kurulamayışı idi. Fransız Generali Franchet d'Esperey'in yaşlı sadrazama yönelik sert çıkışı, hükümet değişikliğinin dolaysız nedeni oldu.

Ferit Paşa hükümeti, İzmir'in Yunanlılarca işgali üzerine 15 Mayıs'ta istifa etti. Ancak aynı gün Ferit Paşa tekrar kabineyi kurmakla görevlendirildi. Paris Barış Konferansı'nda Türk delegasyonunun uğradığı şiddetli muamele üzerine 20 Temmuz'da tekrar istifa eden paşa, ertesi gün üçüncü kez başbakanlığa getirildi. Nihayet Sivas Kongresi'nde Müdafaa-yı Hukuk hareketinin Anadolu'da yönetimi ele geçirmesi üzerine 30 Eylül'de Ferit Paşa kabinesi üçüncü kez istifa etti. Ertesi gün işbaşına gelen Ali Rıza Paşa hükümeti, Sivas Kongresi'nin isteği doğrultusunda, genel seçimlerin yapılmasına karar verdi.

Ferit Paşa yaklaşık yedi ay süren ilk üç hükümeti döneminde, bir yandan İstanbul'u işgal altında tutan müttefik devletleri memnun edip yatıştırmaya, diğer yandan içte İttihat ve Terakki rejiminin kalıntılarını temizlemeye yönelik bir politika izledi. İktidara gelir gelmez, eski İttihat ve Terakki liderlerinin birçoğu tutuklandı. Hemen ardından savaş suçları mahkemesi kurularak, Ermeni tehcirindeki görevinden ötürü yargılanan Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey'in idamına karar verdi. İzmir'in işgaline karşı oluşan geniş ulusal tepki karşısında hükümet mesafeli durmayı tercih etti. Sıvas Kongresi'nde başlayan ulusal isyana karşı Ahmet Aznavur adlı bir Çerkes çetecisinin yönetiminde Kuva-yı İnzibatiye adıyla derme çatma bir zabıta gücü oluşturulması, özellikle, sırf İngiltere'ye yaranmak için tastamam 90.000 sandık cephaneyi denize döktürmesi[4] toplumun hemen her kesimince tepki gördü.

16 Mart 1920'de Meclis-i Mebusan'ın işgal kuvvetlerince basılması ve iki gün sonra tatil edilmesiyle başlayan krizde Damat Ferit Paşa bir kez daha sadrazamlığa getirildi. 5 Nisan 1920’de kurulan ve 17 Ekim 1920’de sona eren bu son hükümet döneminde Ferit Paşa fiilen tükenmiş bir yönetime başkanlık etti. Osmanlı hükümetinin bu dönemde gücü, sadece müttefik devletler işgalinde bulunan İstanbul ve çevresiyle sınırlıydı. Mart ayında yapılan San Remo Konferansı'ndan sonra, Paris'teki barış görüşmelerinde de Osmanlı delegasyonunun söz hakkı kalmamıştı. 11 Nisan 1920'de Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhine çıkarılan idam fetvası ve 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nın imzalanması, Damat Ferit Paşa'nın altıbuçuk ay süren son sadrazamlık döneminin bellibaşlı olaylarıdır.

Şeyhülislam Dürrüzade Fetvası [değiştir]İngiliz'lerin baskısı ile Şeyhülislam'dan Kuva-yı Milliye hareketine katılanların eşkiya olduğu ve öldürülmelerinin meşru ve farz olduğuna dair fetva çıkarmasını sağladı. Dışişleri bakanı olduğu dönemde İngiliz baskısı altında bu talebi kabül ve taahüt ettiğini açıklamış ve Sadrazam olunca da taahhütünü yerine getirmişti. Fetva Dürrizade tarafından 11 Nisan 1920 tarihinde yayınlandı.[5]
Milli Mücadele liderleriyle anlaşmaktan başka çare kalmadığını düşünen müttefik devletler temsilcilerinin saraya giderek Ferit Paşa'nın çekilmesini istemeleri üzerine Ferit Paşa kabinesi 17 Ekim 1920'de istifa etti.

Ferit Paşa Milli Mücadelenin zafere ulaşması üzerine, 21 Eylül 1922' de Avrupa’ya kaçtı. 6 Ekim 1923’te Fransa’nın Nice şehrinde öldü.

Kişiliği
Ferit Paşa, şiddetle eleştirilmiştir. Kendisini beş kez sadrazamlığa getiren Vahidettin'in bile eniştesinden hiç hoşlanmadığı ve başına gelen felaketlerin nedeni olarak onu gösterdiği rivayet edilir.

Özel yaşamında Paşa, batı kültürüne hayran bir snob olarak anlatılır. Vahdettin'in kızı Seniha Sultan'ın anılarına göre:
"Çok azametli ve haris bir zat olan Ferid Paşa Baltalimanı'ndaki yalıyı bir saray teşrifatına sokmuş, suareler, yemekler, sefirli toplantılar tertiplemiş ve yemeklere bile kendisi smoking, halam Mediha Sultan açık dekolte tuvaletle inmeye başlamışlardır. Hiç unutmam. bir gün halamı ziyarete gittiğimde salona aldıkları zaman halam bir koltukta oturuyor ve Ferid Paşa da ona org-piyanoda Haydn çalıyordu. Bunun bir gösteriş, tesir yapmak için bir mizansen olduğundan eminim."[6]

Son sadrazam Tevfik Paşa'ya göre Ferit Paşa "alafrangalıkta Frenkleri bile geçmiş idi." [7] Vefatında Tevhid-i Efkâr gazetesinde çıkan bir yazıya göre:
"Londra'dan avdetinde alafrangalaşmış ve nihayet adeta Müslümanlığa düşman kesilmişti. Evindeki erkek ve kadın hizmetçileri kâmilen Rum idi. Sözlerinde, nutuklarında, yazılarında hep Yunan ve Latin darbımesellerinden, hurafatından ve rivayetlerinde [mitolojisinden] bahs ederdi. (...) Hulasa tamamen garpleşmiş, fakat milliyet hislerinden tamamen mahrum kozmopolit ruhlu bir adam idi."[8]

Sultan Vahidettin'in, kızkardeşi ile evli olan Ferit Paşa hakkında "Dünyada üç mel'un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferid, biri de oğlu Sami" dediğini, saray başkâtibi olan Ali Fuat Bey anlatır. [9] Buna rağmen padişahın eniştesini defalarca en yüksek makama ataması ve oğlu Sami Bey ile sürgün yıllarında yakın ilişkileri sürdürmesi, açıklanmaya muhtaç bir olgudur.

Kaynakça
  1. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, Dergâh Yay. 1990, sf. 48-49 ve 55-64.)
  2. Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yay. 1998, sf. 110. Ancak başka kaynaklarda aynı anekdot 1918 Mondros Mütarekesi bağlamında ve sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya atfen anlatılır. 
  3.  Rauf Orbay'ın Hatıraları, ed. Cemal Kutay, 4.187-188. 
  4.  Turgut Özakman "Şu Çılgın Türkler" sf. 267 
  5.  Milli Kurtuluş Tarihi, 1838'den 1995'e. ISBN 975478026-9. 
  6.  Murat Bardakçı, a.g.e. sf. 110. 
  7.  İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, IV.2081. 
  8.  Son Sadrazamlar, a.g.y. 
  9.  Ali Fuat (Türkgeldi), Görüp İşittiklerim, s. 297).
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post

Sevr Antlaşması

Sevr Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı Devleti hükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de imzalanan barış antlaşmasıdır.Ancak meclis ve padişah antlaşmayı onaylamamıştır. İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş hali 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile sona ermiştir.

Sevr Antlaşması adını, son müzakerelerin ve imza töreninin gerçekleştiği Paris'in Sevr banliyösünden alır.Yunanistan dışında hiçbir devlet tarafından kabul edilmediği için yürürlüğe girmemiştir, bu sebeple "ölü antlaşma" olarak bilinir.


Sevres Antlaşmasına göre "Büyük Yunanistan" (Üstte solda Venizelos)


Sevr Antlaşması ile kurulması öngörülmüş Ermeni devleti

Hazırlık Süreci
Saint-Germain Antlaşması `la Triannon Antlaşması ve Bulgaristan`la Neuilley Antlaşması imzalandı. Türk barışının da diğerleri ile birlikte 1919 Mayıs'ında açıklanması beklenirken, görüşmeler belirsiz bir geleceğe ertelendi. Bunun nedenleri bugüne dek yeterince aydınlatılamamıştır.

İtilaf Devletleri Yüksek Konseyinin 7 Mayıs'ta aldığı karar uyarınca 15 Mayıs'ta İzmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu olay tüm Türkiye'de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı. 6 Eylül'de toplanan Sivas Kongresi'nden sonra İstanbul'daki Osmanlı hükümeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetti. Sivas ve daha sonra Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa yönetiminde bir ulusal direniş hükümeti kuruldu. Anadolu hükümeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına girişti.

İtilâf Devletleri 18 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda Osmanlı Devleti'ne uygulanacak barış şartlarını hazırladılar. 22 Nisan'da Osmanlı Hükümetini Paris'te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Ertesi günü Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir hükümetin kurulduğunu bildirdi.

Paris'te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının "devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını" (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran'da İtilaf Devletleri Türk Milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.
Ege felaketi üzerine 22 Haziran'da İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski maarif nazırı (milli eğitim bakanı) Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey'den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Ankara'daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı.

Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan'ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin'e göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne gelmedi.[1] Dolayısıyla antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi.

Saltanat Şurası'nda yaşananlar [değiştir]Saltanat Şurası'nda yaşananlar ise günümüzde hala tartışılmaktadır. Nutuk'ta bu toplantıda Vahdettin'le ilgili “Sevr muahedesini bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.” denmektedir. Saray Başmabeyncisi Lütfi Simavi'ye göre ise Vahdettin açılış nutkunu okuduktan sonra başkanlığı Damat Ferit Paşa’ya bırakarak salonda durmamış, çıkıp gitmiştir. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday'ın anlatımı ise şöyledir:

“Nihayet Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’ın salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâra bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayandan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.”

Sevr Antlaşmasını imzalayan Osmanlı heyeti (soldan sağa, Rıza Tevfik,
Damat Ferid Paşa, Hadi Paşa ve Reşid Halis)

Kimi tarihçiler bu olayı, şurada oy hakkı olmayan padişahın oylama yapılması çağrısı yapılınca dışarı çıkması, fakat Damat Ferit'in olayı oldubittiye getirmesi olarak yorumlamaktadır. Kimileri toplantının Sevr’i onaylatmak üzere taraflı bir tarzda yürütülmesini protesto mahiyetinde, belki de biraz öfkeli bir şekilde ayağa kalktığını ve çıkıp yan odaya geçmiştiğini iddia etmektedir. Kimi tarihçiler ise bunun, padişah ile Damat Ferit Paşa'nın antlaşmayı kabul ettirebilmek için birlikte hazırladıkları bir plan olduğunu iddia etmektedirler.

İtilaf Devletleri'nin bakışı [değiştir]İtalya antlaşmadan hoşnutsuzluğunu açıkça bildirerek Osmanlı'dan yana tavır aldı. ABD zaten bu sırada iç politik gelişmeler nedeniyle her türlü uluslararası girişimden çekilmişti...

Antlaşma Hükümleri

  1. Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan-Antep-Urfa-Mardin-Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak;
  2. Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlarda deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek;
  3. Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek;
  4. İzmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı devleti egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan'a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan'a katılması için plebisit yapılacak;
  5. Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.)
  6. Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;
  7. Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrımüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okullar ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı'nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek;
  8. Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı'nın askeri kuvveti, 15.000'i jandarma olmak üzere 50.000 personelle sınırlı olacak, Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesinde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek;
  9. Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak;
  10. Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı'nın mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye'nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;
  11. Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı'nın 1914'te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;
  12. Ticaret ve Özel Hukuk (269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek; eski eserler kanunu çıkarılacak vb.
Antlaşma bir yanda Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Portekiz, Romanya, Ermenistan, Polonya, Sırp-Hırvat Cumhuriyeti ve Çekoslovakya ile, diğer yanda Osmanlı Devleti arasında imzalandı. ABD ve SSCB imza atmadılar.
Read More 0 yorum | Gönderen Ben | edit post
Önceki Kayıtlar

Color Paper

  • About
      About me. Edit this in the options panel.
  • Search






    • Home
    • Posts RSS
    • Comments RSS
    • Edit

    © Copyright Çok çabuk unutuyoruz!!!. All rights reserved.
    Designed by FTL Wordpress Themes | Bloggerized by FalconHive.com
    brought to you by Smashing Magazine

    Back to Top